P. Volska | S1:B6 | Sezon Finali

Kimsesi olmayan bir adam herkesi kurtarmak için eşi görülmemiş bir aile savaşının ortasına düşer.

Özel 🎈
13 min readApr 10, 2022

4. bölümün son paragrafı

Bob yavaşça geri çekildi ve Gazel’le olan konuşmamın bitmesini sabırla bekledi. Cebinden mızıkasını çıkardığını gördüm, arkamı bile dönmeden baş parmağımla hayır işareti yaptım. Belki zamanıydı ama yeri değildi. Mezarın başından ayrıldım ve ona döndüm.

— Karnın aç mı? Bildiğim çok güzel bir lokanta var. (sırıttım)
+ Anneniz sizi görmek istiyor. (sırıttı)

Bölüm 6 | Bu benim savaşım değil.

Bob’ın şakacı kimliği hoşuma gidiyordu. Bu bir karakter mi yoksa tavır mı zamanla anlayacaktık. Söylediğini başımla onayladım ve limana doğru yürüdük. Annemi tekrar göreceğim için oldukça tedirgindim. Korku her adımda saç uçlarımdaydı. Genelde böyle olmaz.

Limana boşuna yürümüşüz. Az evvel yaşadığımız dramatik sahne sonrasında yürünebilecek en doğru yerin liman olduğunu düşünmüştük. Annem ise çocukluğumun mağarasında beni bekliyordu. Babamdan ve Nikolay’dan henüz haber yoktu ve tahminlerime hâlâ güveniyordum. Karabade, denizin öbür yakasından bu yakasına seks işçiliğinde zaman zaman kendine yer edinip ekonomiye can vermiş bir yerdir. Bu bağlamda avangard bir perspektife sahip olduklarını söyleyebilirim. Şöyle ki, adımdan da tahmin edebileceğiniz üzere annem bir Rus. Babamla tanışınca meslekten erken emekli olmuş, hayatını bana adaması gerekirken doğumumla birlikte görme yetisini kaybetmiş. Kısacası beni doğurduktan sonra beni hiç görememiş. 65 kilo bir bedenin içinden 2 kilo 800 gram yaşayan bir canlı çıkıyor ve ne çıktığını göremiyorsunuz. Kutsal bir sıfat olan anneliğe sahip de olsanız bebeğinizin kime benzediğini görememek gibi mucize bir hastalığa maruz kalabiliyorsunuz. Güzelliğin getirdiği bir lanet olmalı. Doğum sonrası annemi hemen ameliyata almışlar. Tıp tarihinde nadir görülen bir vaka olması Karabade Devlet Hastanesi doktorlarını telaşlandırmış tabii. Macera arayan insanlar değildir yerliler; yeminini eder, reçetesine yazar ve keyfine bakar. Dolayısıyla annemle ne yapacaklarını bilememişler. Durduk yere insanlara sıkıntı yaratma özelliğim annemden geçmiş, bu konuda şüphe götürmeyen garip gerçekler var. Doğum sonrası körlükle başa çıkamayan başhekim ve tayfası, annemi Anka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk etmiş. Beni ise işaret parmağını dudaklarına dikey şekilde sabitleyen hemşirelerle baş başa bırakmışlar. Bir süre sonra emzirilmem gerekliliği baş göstermiş. 7 numaralı hemşire dışında herkesi reddetmişim. Borcumu nasıl ödediğimi daha sonra anlatacağım. Üstüme başıma bakmışlar mıdır bilemiyorum ama genel tavır böyle oluyor çünkü. Anka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki bir dizi çözümsüzlükten sonra annemin yaşadığı bu amansız vaka post-birth blindness olarak tıp tarihine geçmiş. İz bırakmayı seviyoruz. Kendisinden haz etmeyişimin sebebi farklı olsa da anneme fazlasıyla benzediğimi düşünüyorum. Annemle birlikte sürekli doktorlara dert yaratıyoruz. İki parçadan oluşan yapboz gibiyiz. Daha ne kadar birbirimizi tamamlayabiliriz bilemiyorum ama onlar bizi birleştirmeye tenezzül bile etmiyor.

Bir an durup başımı kaldırdım. Etrafa hızlıca göz attım. Anneme gittiğim yolda tanıdık hiçbir şeye rastlamamış olmak beni sevindirse de bir o kadar şaşırttı. Dönüp Bob’a baktığımda ise telaşlı bir yüz ve endişeli göz bebekleri gördüm:

+ Bay Volska. Kaybolduk.
— Üsküp’e benzemez buralar. Şimdi karşımızda 1000 tane kelebekli genç görürsek sorarım sana.
+Hayır, zamanda kaybolduk.
— Ctrl + Z yap Bob ne bileyim. Ne demek zamanda kaybolduk?
+ Sanırım 1940 yılındayız.
— Babasız kalmayı tercih ederim, aç kalmayalım.
+ Bay Volska! Şakanın sırası değil.
— Sırası olsa şaka olmaz.
+ Çocuk burada!
— Kızım!
+ Bay Volska, anlayın artık simitçi kız sizin çocuğunuz değil.
— Parayla işi yok ama.
+ Evet ama bu benzerlik kan bağı yaratmıyor.
— Bu kız benim neyim?
+ Dostunuz.
— O vakit bir düşmanım da olmalı.
+ Evet. Oğlunuz!
— Oğlum hakkında doğru konuş.
+ Anneniz görmüyor. Babanız dirildi. Oğlunuz deli.
— Ve sen beni hâlâ ailemle tehdit etmeyi düşünüyorsun?
+ Irksal bir tutum.

Bob’un bu zaman ötesi itirafı sonrası bir epifani sarmıştı ruhumu. Beni ailemle tehdit etmiyordu.

Beni Gazel’le tehdit ediyordu. Kaygılı bir korkuyla sordum:

— Gazel yaşıyor mu?
+ Hayır.
— Düzeltiyorum. Gazel, kaybolmadığımız zamanda yaşıyor muydu?
+ Gazel güzel bir testti.
— Gazel’in peşini bırak.
+ Bay Volska, lütfen sakin olun. Yine aşırı duygusal davranıyorsunuz.
— İkide bir anlaşmazlık yaşayan çocuklardan bahsediyorsun! Babam desen suşici. Anneme geç kaldık, kaybolduk. Sevgilim ölü. Kalbim eksik. Böyle bakınca biraz duygusal olmak hakkım sanki.
+ Belki ama zamanı değil.
— Kazaya dön o zaman. Geleceği değiştirelim.
+ Çocuk uyuyor.
— Uyandırma! (
Düşlerinde özgür dünya.)
+ Bay Volska. Vahameti anlamıyorsunuz. Tehlikenin farkında değilsiniz. Sessiz olmalıyız. Size anlatacağım.

Tüm bu belirsizlikler uzun zaman önce anlaşarak ayrıldığımız kimi sıkıntıları bana geri getiriyor. Bu durum metabolizmama etki ederek beni geç acıktırıyor. Vaktinde yemek yiyemeyişim sağlıklı düşünmemi engelliyor. Zaman alt üst, hayatım bölük pörçük, çoluk çocuğa karışmışım ama Gazel yok. Gazel denilince aklım bulanıyor. Öfkem ayaklanıyor. Telaffuz edene taarruz ediyorum. Ne yaptığım, ne yapacağım, nereden geldiğim, nereye gideceğim, hangi zamanda olduğum, kim olduğum her şey belirsiz. Tüm bu sorgular içinde bir an kendimi kaybettim. Boğazına sarıldığım gibi Bob’ı havaya kaldırıp ileriye fırlattım. Yere düştü. Mızıkası cebinden fırladı. Sağ elini havaya kaldırarak önce durmamı sonra da işaret parmağıyla müsaade istedi. Verdim. Ayağa kalkıp yanıma gelerek kulağıma bir şeyler fısıldadı uzunca.

Kısaca toparlayıp anlatayım.

Bir oğlum var.

Ve baş düşmanım.

Acılarımı dindirecek tek kişi olduğuna inandığım o kutsal âmâ kadına koşup sarılmak istiyorum ama henüz doğmadığını hatırlayarak yere çöküyorum.

Bir süre sessizce bekliyoruz, sanırım şimdiki zamana döndük.

Neden bilmiyorum ama bir oğlum olduğu bilgisi kesinleşince bunu sindirmekte güçlük geçtim. Hazırlıksız yaşam tarzım mideme inen bu yumrukla pek baş edemedi. Yeryüzünde yaptığım en doğru şey bu çocuk olabilir. Böyle düşünmek istedim; ancak bazı hisler daha baskındı. Bu etkinin sebebi birazdan annemi görecek olmam, babamın yaşadığını öğrenmem ve kontrolüm dışında yalnızca birkaç gün içinde gerçekleşen olaylardı. Ya da hepsi bir yana, Gazel’in mezarına yıllar sonra yaptığım yolculuk içimde çoktan unuttuğum bir pişmanlığı affedilemez yapmış, gömdüğüm anıları geri getirmişti. Akılcı düşünceye, mantıklı analize ve prensiplerine bağlı bir karakter olarak kendimi tanımlasam da aldığım kararların hemen hepsi duygusal oluyordu. İstemediğimi fark ettim. Her ne olacaksa, ne gerçekleşecekse, nereye varılacak ve kiminle ne işler yapılacaksa hiçbirini istemediğimi hissettim. Kendi sorumluluğumla baş etmesi bana yeterince maceralı bir hayat sunarken geride bıraktıklarımı tekrar ayağıma pranga edip ilerlemek istemiyordum. Durdum ve Bob’a döndüm.

— İstemiyorum.
+ Neyi istemiyorsunuz Bay Volska?
— Sizi istemiyorum. Girdiğiniz gibi çıkın hayatımdan.
+ Bay Volska bu artık mümkün değil. Birlikte sarhoş bile olduk.
— Nikolay’ı da alıp gidelim buralardan, dayanamıyorum.
+ Çocuk bizi bulur.
— Velev ki buldu, maksimum döver. Muşta ve çivili sopa yoksa ben dayağa varım. Hem belki o bizi bulana kadar biz bodyguard’ı buluruz. Yakın dostum sayılır. Karşılıklı çok kemik kırdık, iki lafın belini mi kıramayacağız?
+ Gerçekten anlamıyorsunuz di mi?
— Parça parça anlatıyorsun.
+ Annenize o yüzden gidiyoruz. Aklınıza takılan ne varsa size her şeyi anlatacak.
— Sen biliyorsun yani her şeyi.
+ Sadece oğlanı çok kızdırdığınızı biliyorum. Yani oğlunuzu.
— Sence haklı mı?
+Kızmakta evet ama savaş ilan etmek… Bu bana biraz abartı geldi.
— İnsan babasına savaş açar mı?
+ Siz, Azim’e savaş açar mıydınız?
— Kim kiminle neyin savaşına hazırlanıyorsa hazırlansın. Ne yapmak istiyorsa yapsın. Taraflar kim onu bile bilmiyorum. Tamam biri oğlum olabilir ama düne kadar yoktu. Ve şimdi onunla ilgili bana korku aşılıyor, beni kendinizce ondan koruyorsunuz. Savaşmak istiyormuş. Yaşı kaç? Bu nasıl çocuk? Benim böyle bir oğlum yok. Bu benim savaşım değil.
+ Vietnam, Irak, Afganistan… Her yer sizin savaşınızdır.
— Bu ailenin demokrasiye ihtiyacı yok.
+ Bay Volska! Ayrıcalık, siz ona sahip olmadan kavrayabileceğiniz bir seviye değil. Bende pek çok şeyin cevabı var ama her şeyin yok. Lütfen buyrun, yeterince geç kaldık.
— Patron nerede?
+ Simitçi kız mı?
— Demek patron simitçi kız!
+ Ona bir servet bıraktınız.
— O da gökyüzüne bıraktı.
+ Gökyüzüne bırakan o değil.

Bob gitgide sinir bozucu davranıyordu. 190 boylarında, sarışın, geniş omuzlu ama görece zayıf, kemikli yüz hatlarına sahip, muallak bir ciddiyetle konuşan ve henüz gülümsediğini bile göremediğim yüzün bu coğrafyaya ait olmayan bir aurası var. Ona baktığımda onun her yerin yabancısı olduğunu görebiliyorum. Uyumsuz ama katlanmak zorunda olduğumuz, kovboy şapkalı, cebinde mızıkası olan ama çalmayı bilmeyen, iyi terbiye almış, nerede nasıl davranacağına yediği yemek ile karar veren bir adam. Ona tahammül ediyordum; çünkü ne yapmak istediğiyle ilgili sürekli bir gizem yaratıyor. Merak ediyordum. Nereye gidecek tüm bunlar? Sonraki adım ne olacak? Varılacak yer neresi? Mesela, şu an eve dönüş yolunda değil bilakis ters istikamette ilerliyoruz. Bir süredir bir yalanı yürüyoruz ve bu süre boyunca konuştuklarımızın doğru olduğuna nasıl inanabilirim? Göremeyen annem kendisine deniz gören bir ev almadıysa şu an beni bekleyenin başka biri olduğu açık. Beni merak eden neden gelip beni görmüyor? Annem gelsin buraya, burası da deniz görüyor. Neden yanımda bir gardiyanla yanlış yöne doğru ilerliyorum?

Hafif önden giden Bob bir an durdu, sol elini havaya kaldırıp vücuduna paralel ve onunla aynı hizaya getirdi. Arkadan gelen ben koluna çarpıp takılarak aniden kendime geldim. Bana döndü ve konuştu:

+Hakikaten bana neden tahammül ediyorsunuz?
— Anlamadım.
+ Sizi hafife almışım Bay Volska. Hakkımda söyledikleriniz haksız sayılmaz. Yargılarınızın meşru gerekçeleri var. Annenize gitmediğimizi anlamışsınız. Onunla ilgili şüpheler de doğru. Babanıza güvenmiyorsunuz. Hemen her şeyi çözmüş gibisiniz. Ve Gazel’e hâlâ âşıksınız.
Gazel’in peşini bırak, deyip yakasına yapıştım.
+ Bay Volska, yol boyunca sesli düşündüğünüzün farkında bile değilken olan biten her şey hakkındaki bu farkındalığınız enterasan. Her geçen dakika oğlunuzu daha iyi anlıyorum.
— Oğlumun peşini bırak.
+ Peşimizi bırakmayan o.
— Anneme gitmiyorsak nereye gidiyoruz?
+ Eve.

Yakasını bıraktım. Hatırladığım kadarıyla yürüdüğümüz istikamette tanıdık birinin evi yoktu. Gerçi ben burayı terk ettikten sonra bazı şark kurnazlarının türediğini, o upusuz devasa sahili kendi aralarında cetvelle pay edip turizmden parayı kaldırdığını, açıktan rant komisyonculuğu yapıldığını, ilçenin geçiş noktalarını tekelleştirip ortak kültüre ve yasal gelire ihanet ettiklerini duydum. Zümre zenginliği yaşanmıştı. Kaçakçılık bu topraklarda yeni değil ama bir standardı vardı. Benden sonrası tufan olduğu için tüm bunlara yaklaşık yedi saniye gülüp hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Acaba şu an gittiğimiz ev bu sonradan görme zenginlerden birinin evi mi? Yoksa annem sonradan görenlerden biri mi?

Bob’ın gülümseyerek kıkırdadığını duydum.

+ Bay Volska, siz ciddi ciddi mizah yapıyorsunuz.
— Göz var ama izan noksan. Şimdilik.
+ Nikolay! (Şaşkın bir nida geliyor Bob’tan)
— Karıya gitti di mi kel zıvanacı?
+ Sanmıyorum. Şu otobüsü üzerimize süren kim?

Kafamı kaldırdığımda Nikolay ile aramızda 500 metre falan vardı. Ortalama 90 km hızla geldiğini varsayarsak birazdan içimizden geçecek, tüm hikâyeyi gazetelerin üçüncü sayfasına taşıyacaktı. Düşünecek vakit yoktu, yoldan çekilmeliydik. Bob’ı kolundan tuttuğum gibi ikimizi de kaldırıma attım. Güvendeyiz. Bu saatten sonra suçlu biz değiliz. Kendini kaybetmiş sürücü dehşet saçacaksa bunu 9'da 9 kusurlu olarak yapmalı. Nikolay yine üzerimize doğru geliyordu ama en azından yoldaydı. Elimi Bob’ın omzuna atıp:

— Nikolay’ı alıp buralardan gitmek iyi bir fikir değil sanki. Sahi siz nereden tanışıyorsunuz?

Çok sert bir fren ile otobüs yanıbaşımızda durdu. Sürücü camından kafasını çıkaran Nikolay bağırdı:

+ Çabuk, atlayın. Peşimizdeler!
— Sikicem ama çocuğunu artık, dedim.
+ Bay Volska! Bob, bana bunu hiç yakıştıramadığını gözünü devirir gibi bir mimik sergileyerek anlattı.
— Rus mafyası mı? Annemin Sovyet arkadaşları var. Belki onlardır. Kimin savaşı bu, kimden kaçamıyoruz biz? dedim.
+ Bay Volska şu an yaşanılanlardan benim de haberim yok. Size söyledim, tüm cevaplar bende değil, dedi Bob.

Kafamı kaldırmamla birlikte 3 farklı motosikletlinin otobüsün yanında bitmesi bir oldu. BMW R18 olduğunu düşündüğüm motorlardan 6 kişi indi. Kasklarını çıkarmadılar. Birisi otobüsün şoför kapısına gidip Nikolay’ı aldı. En son gördüğüm Nikolay’ın bana ve Bob’a bakarak küfür ettiğiydi. Ne söylediğini hatırlamıyorum ama anamı karıştırmış olamaz; sanmıyorum. Sonrasında ense köküme aldığım darbenin başlangıç şiddetini hatırlıyorum.

Gözlerimi açtığımda kapadığım yerde değildim.

Hemen standart duyu kontrollerini gerçekleştirmeye koyuldum. Her gözlerimi açtığımda bu refleks hâline gelmişti. Geçen sefer yaşanan koku sıkıntısı uzun süre canımı sıkmış, daha iyi tat alma vaadiyle katlandığım bu noksanlık beni hiçbir yere götürmemişti. Herhangi bir ağrı ya da sızı duymuyordum. Bu iyiye işaretti; çünkü bu topraklarda sinirlenen insanların medeni davranışlarını koruduklarına pek şahit olmamıştım. Ağır ve şekerli bir kadın parfümü kokumsadım ve bunun anında Nikolay’dan geldiğini anladım. Kafamı çevirmeden adını seslendim. Kafasını çevirdi mi bilmem o da adımı seslendi. Konuşabiliyor olması güzel, tahminimce üçümüzü birden bayıltıp kaçırdılar. Ağzımda kan yoktu, tat alıp alamadığımdan emin değilim ama kalan duyu organlarımın kontrolü tamamdı. Ellerim arkadan bağlı, dizlerimin üzerindeyim ve göğüs hizama denk gelen metal bir levhaya yaslanarak güç alıyorum. Başım rahat ama henüz onu kaldıracak gücü kendimde bulamadım. Yere bakıyorum. Gözlerim döndüğünce etrafı tarayıp Bob’ı aradım ama bulamadım. Onun da adını seslendim:

— Bob, burada mısın?
+ Hemen solunuzdayım Bay Volska.
— Nikolay, sen de sağımdasın o zaman.
+ Anneni kaçırdılar Volska. Beni de ellerinden kaçırdılar.
— Sen de bize geldin ve hepimizi toptan kaçırttın öyle mi? Umarım aynı zümre tarafından kaçırılmışızdır zira o kadar bayıltılıp taşınmışken annemi görmeden gitmek istemem.
+
Azim nerede? diye sordu Bob.

Babamı biraz olsun tanıyorsam burada değildir. Annemle beni çoğunlukla yalnız bırakır. Bir aile olarak, tam da ihtiyaç duyduğumuz böyle zorlu zamanlarda pek bir araya gelemeyiz.

-
Dükkân yeri bakmaya gitmişti en son, dedi Nikolay.
+ Seni de en son gördüğümde yaka paça aşağı indirilirken bize sövüyordun, dedim.
- Sövmüyordum. Şifreyi söylüyordum.
+ Ne şifresi?
Bay Volska, diye sorumu kesti Bob. Belli ki konuşulmaması gereken bir şeydi. Ben konuşma taraftarıydım:
+ Hayır, ortada bir şifre varsa ki var, muhtemelen bu yüzden buradayız. Biraz zaman gerekse bile onu bizden alırlar. Alırlar! Tecrübelerime göre kullanılan kimi özel teknikler bu konuda oldukça ikna edici. Rıza göstermeni sağlıyor. Ve bir süre sonra ser ve sır kavramlarının ne bağlamı ne anlamı kalıyor.
Ne yani patronu ele mi vereceksiniz, diye şaşkın şekilde çıkıştı Bob.

BALON HÂLÂ UÇUYOR…(dedi bir ses)

Bildiğim her şeyi unuttum. Birden. Bi’ an. Sadece gömdüğüm şeyi hatırladım. Ölü bir sesi. Solmayacak bir yüzü. Kırık bir gamzeyi. Büyük yuvarlak gözleri. Geniş saçaklı perçemleri. İnce beli, dolgun memeleri. Varoluşumu. Ona tutuluşumu. Öpüştüğümüz gün maraton koşuşumu. Sancıları. Acıları. Eli elimde terleyen avuç içini. Rujunun adını ve tadını. Ojesinin mat rengini. Benekli elbisesini. Sarılışını. Sevişini. Sayıp sövüşünü. Sonra çiçek açan gülüşünü. İlk değil ama son aşkımı.

Kafamı yavaşça kaldırarak adını terennüm ettim.

— Gazel?

Dudaklarımın hizasına doğru yavaşça bir tanrıça çömeldi. Başım, yıllar sonra hatırladığı refleksiyle kendisini yaslayabileceği kuş tüyü memelerin varlığını hissetmiş ve açısını otomatik olarak yakıştırmıştı. Hiç değişmemişti bu huzur. Bu mutluluk. Dudaklarım tenine değiyordu. Nerede olduğumla ilgili hiçbir şüphem kalmadı. Bunu bir daha yaşayabileceğimi asla düşünmemiş, hayalini bile kurarken ölçülü davranıp kendimi üzmekten kaçınmıştım. Kokusunu içime çekiyor, dilimin ucuyla tadına baktığım tenin benim olduğundan emin oluyordum. Ellerim bağlı erekte olmuştum. Sado-mazoşist bir role-play’in içinde gibiydim. Köleliğin geri gelmesi kulağa o kadar da kötü gelmiyordu. Gerçek olamayacak kadar güzelse, gerçek olmadığından emin olabilirsin, derler. Keşke burada olsalar ve onlara ne kadar yanıldığını söyleyebilsem. Yüzüm iki diri memenin tam ortasında, zihnim tüm kaygılarından kurtulmuş, midemden göğsüme çıkan ateş vücudumda kan pompalamaya devam ederken hayatımın kadını, bana, yeniden doğuşu ve kutsal bir yaşamı vadediyor. Ilık ve pürüzsüz tenine bir buse kondurup Bob’a döndüm:

— Oğlum moğlum demem sikerim belasını. Şu an her şey değişti. Anlıyor musun Texas mızıkacısı? Her şey ve herkes şu an hem dostum hem düşmanım. Ne istiyor bu eli silahlı Sırp milliyetçisi? Nerede bu kafatasçı it?

Kuvvetli bir öksürük sesiyle yine susmamın ima edildiği bir cevap aldım. Ama vücuduma sonsuz bir enerji gelmişti artık. Korku yerini güce bırakmıştı. Devam ettim:

— Bırak akciğer tazelemeyi Bob. Her şey değişti diyorum, az önce her şey değişti. Kiminle ne zaman nerede savaşım varsa hepsine her şeye hazırım. Çıkar mızıkanı çal. Çal, bize yapılan savaş ilanının kabul edildiği duyulsun. Bir an önce taraflar bir araya gelmeli. Açık rızamla istediklerini hemen vermek, akabinde hayatımın anlamıyla ömrümün sonuna dek mutlu bir yaşam sürmek istiyorum. Süreceğim. Onunla tekrar bir yastıkta kocayacağım. Dışarıda yemek yemeği bırakacağım. Artık kuryelik falan bitti, kim nereye ne istiyorsa kendisi götürsün. Söyle nerede bu orospu çocuğu?

Yavaşça ayağa kalkan memelerin hareketini gördüm. Başımı kaldırmak istedim ama sert bir darbe aldım. Başım tekrar yere doğru eğildi. Bob’ın sesini duydum:

+ Bay Volska. Parçalı farkındalıklarınız bizi oldukça zor durumda bırakıyor. Dilerseniz, hayatta kalma ihtimalimizi artırmak adına “orospu” kelimesini kullanmaktan kaçınalım. Bir annenin duymak isteyebileceği bir şey değil.

Anne!

Sevdiğim kadın, anne!

Kaybettiğim çocuk.

Oğlum!

Gazel’in adını hecelerken, ikinci hecesini tüm dünyaya duyurdum. Korkunç bir ses çıktı ve yankısı misafir kulakları çınlattı. Çınlama bitince tekrar bağırdım. Bir kez daha, o an orada bulunan herkes Gazel’e olan büyük hayretimi dinledi. Kafamı kaldırmaya, bileklerimi çözmeye, bağlı olduğum sandalyeden kurtulmaya çalıştım. Tüm enerjim bir yanardağ gibi patladı, şelale gibi akıp gitti. Kafama değen namlunun ucunu alnıma dayayarak Gazel’e bakmak istesem de başımı aşağıda tutmaya yönelik yoğun bir güç uygulanıyordu. Boğazımı temizleyip konuştum:

— Bana yalan söyledin.

Çok olağan bir davranışmış gibi, sakin ve duymayı hiç beklemediğim bir cevap aldım hayatımın kadınından:

+ Annen elimde.
— Kaynananın peşini bırak.

Saçlarımdan tuttuğu gibi başımı sertçe alt karın kaslarına dayadı. Sonra yavaşça aşağı indirmeye başladı. Dudaklarımın dudakçıklarını aramasını istiyordu. İpek bir kumaşın yüzümde bıraktığı his sinirlerimi oldukça hızlı yatıştırırken, dudaklarım nostaljik bir çekimin gönüllü esiriydi. Bu erotizm dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama tüm gardımı kırmak adına oldukça ikna edici. Akıştaydım, süzülüyorum. Ona ait olanı kokumsuyor, eşsiz rayihasını içime çekiyordum. Dudaklarımı ve sakallarımı ipeksi güzelliğe yavaşça sürtmeye devam etti. Konuştu:

+ Bir daha sormayacağım.
— Daha hiç sormadın ki!
+ Simitçi çocuk nerede?

Bu sorunun muhatabı ben değildim ama kimse anlamak istemiyordu. Hemen sağımdaki Nikolay’a sorsalar sorun belki çözülecek ve herkes rahat bir nefes alacaktı. İletişim problemlerinin temeline bakarsanız, doğru soruların sürekli yanlış kişilere sorulduğunu görürsünüz.

— Nikolay söylesene kızımız nerede? Ses tonum serte yakındı.

Erotizm beni içine çekip nostaljik ihtiyaçlarımı kışkırtsa da bana söylenen büyük yalandan dolayı Gazel’e hâlâ çok kızgındım. Nasıl olabilirdi? Çocuğumuzu düşürdüğünü söylediğinde 7 gün kendime gelememiştim. Bunca zamandır oğlum diye bahsedilen çocuğun, barter anlaşmalarım gereği yaptığım bazı sevişmeler neticesinde meydana gelen planlanmamış ama gerçekleşmiş bir kaza olduğunu düşünmüştüm. Önem arz etmemiş, ciddiye almaya tenezzül bile etmemiştim. Şimdi öğrendiğimi ise hâlâ ve hâlâ hazmedemiyorum. Şu an ise başka bir çocuğun nerede olduğunu öğrenmek istiyorlar. Herkes Nikolay’dan gelecek cevabı bekliyor. Bir ses duyuldu ama bu erkek sesi değildi. Heceleri vurgulu şekilde söylenen ve içinde kontrolsüz öfke ve aşırı ciddiyet barından bir cümle duydum:

+ Sa na ço cuk nerede de dim!

Bu cümlenin bitmesi ile silah sesi duymamız bir oldu. Güçlü ve beklenmedik patlama sonucu irkildim ve başımı sağ omzumla birleştirerek otomatik korunma refleksi aldım. Eş zamanlı olarak gözlerimi kapatmıştım. Gözlerimi tekrar açtığımda yerde yolunu arayan oluğu geniş bir kan deresi gördüm. Tüm duygular yerini korkuya ve endişeye bırakmıştı. Seri şekilde seslendim:

— Nikolay? Nikolay?

Cevap gelmedi.

— Bob?

Cevap gelmedi.

Korku dehşete, endişe çaresizliğe dönüştü. İliklerime kadar titredim. Sıradaki soruyu sormaya önce cesaret edemesem de sinirimi kısa bir haykırışla dışarı atıp konuştum. Sesim titriyordu.

— Anne?

Cevap geldi.

— Oğlum! Bak biliyorsan hemen söyle, lütfen. Ne olur söyle, yalvarıyorum sana ne istiyorlarsa şimdi söyle.

Annemi daha önce ağlarken hiç görmemiştim. Görmeyi bırak hiç duymamıştım. Duymayı bırak bu durumu tahayyül dahi etmemiştim. Ama yere düşen gözyaşlarını görüyor hıçkırıkları işitiyordum. Sesi kulağıma hiç bu kadar çaresiz gelmemişti. Onu bu kadar aciz hissettiren bir şeyle hiç karşı karşıya kalmamıştım. Öyle bir sesti ki ağzından çıkan kelimelere ilk defa şahit olmuş, ilk defa annemin merhamete, merhametten çok yardıma ihtiyacı olduğunu saç uçlarıma dek hissetmiştim.

— Volska! N’olur bir şeyler söyle. Baban sahiden ölüyor.

Hangi babanın günahını hangi oğul çekecekti bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa artık dönüş yoktu.

Babamı kurtarmak için oğluma savaş açtım.

P. Volska, ilk sezonu 6 bölümden oluşan bir novella’dır. Her pazar akşam 10'da yeni bölümün hikâyesi yayımlanır.

P. Volska Instagram Hesabı

2022 © Copyright for the creator & author, Özel Yılmaz

--

--